Auswahl der wissenschaftlichen Literatur zum Thema „San'yō denki“

18. yüzyılda başlayarak devam eden sanayi devrimleri üretimlerin yapısını, ülke ekonomilerini ve toplumları etkilemiştir. Henüz hayatımıza yeni girmiş olmasına rağmen Endüstri 4.0, bilginin hızla yayıldığı günümüz ortamında ülkelerin rekabet edilebilirliği için oldukça önem arz etmektedir. Ancak yapılan literatür incelemesinde ülkelerin rekabetinde bu denli önemli rol oynayan Endüstri 4.0’ın kritik başarı faktörlerinin neler olabileceğine dair yapılan çalışmaların sınırlı olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışma kapsamında Endüstri 4.0 sürecinde kritik başarı faktörlerine yönelik odak grup çalışması yöntemi ile GOSB Teknopark Firmaları üzerinde araştırma gerçekleştirilmiş ve gerek işletmeler gerekse de devletler düzeyinde atılması gereken adımlar belirtilerek yol haritası sunulmuştur.

Abstract. Biogeochemical models are essential for the prediction and management of nitrogen (N) cycling in agroecosystems, but the accuracy of the denitrification and decomposition sub-modules is critical. Current models were developed before suitable soil N2 flux data were available, which may have led to inaccuracies in how denitrification was described. New measurement techniques, using gas chromatography and isotope-ratio mass spectrometry (IRMS), have enabled the collection of more robust N2, N2O and CO2 data. We incubated two arable soils – a silt-loam and a sand soil – for 34 and 58 d, respectively, with small field-relevant changes made to control factors during this period. For the silt-loam soil, seven treatments varying in moisture, bulk density and NO3- contents were included, with temperature changing during the incubation. The sandy soil was incubated with and without incorporation of litter (ryegrass), with temperature, water content and NO3- content changing during the incubation. The denitrification and decomposition sub-modules of DeNi, Coup and DNDC were tested using the data. No systematic calibration of the model parameters was conducted since our intention was to evaluate the general model structure or “default” model runs. Measured fluxes generally responded as expected to control factors. We assessed the direction of modeled responses to control factors using three categories: no response, a response in the same direction as measurements or a response in the opposite direction to measurements. DNDC responses were 14 %, 52 % and 34 %, respectively. Coup responses were 47 %, 19 % and 34 %, respectively. DeNi responses were 0 %, 67 % and 33 %, respectively. The magnitudes of the modeled fluxes were underestimated by Coup and DNDC and overestimated by DeNi for the sandy soil, while there was no general trend for the silt-loam soil. None of the models was able to determine litter-induced decomposition correctly. To conclude, the currently used sub-modules are not able to consistently simulate the denitrification and decomposition processes. For better model evaluation and development, we need to design better experiments, take more frequent measurements, use new or updated measurement techniques, address model complexity, add missing processes to the models, calibrate denitrifier microbial dynamics, and evaluate the anaerobic soil volume concept.

Soğuk Savaş’ın etkilerini Türkiye’de ve dünyada yaşamın her alanında gözlemlemek mümkündür. Sürecin, sergicilik faaliyetlerini dahi derinden etkilediği anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, başlarda resim sergilerinde yer alıp II. Dünya Savaşı’nın ardından ise etnografik eserlerden bir araya getirdiği koleksiyonunu Türkiye’ye ve dünyaya tanıtan Kenan Özbel’ in sergilerine odaklanılmıştır. Özbel’ in 1947-1989 yıllarında sanatseverlerle buluşan parçaları, Türkiye’de Vakko, özel galeriler, banka galerileri ve üniversite sergilerinde; Avrupa’da ise Paris, Roma, Strazburg gibi güzide sanat şehirlerinde sergilenmiştir. Demokrat Parti döneminde Amerikalılarla yakın ilişki içinde olan Kenan Özbel, çeşitli Amerikan derneklerinde de sergiler açmıştır. Dünyaca ünlü Steuben Cam Şirketinin 490 bin kişinin beğenisine sunulan “Asian Artists in Crystal” sergisine de eser katkısı yapan Özbel evrensel bir isim haline gelmiştir. Özbel’in bütün bu sergileri ve Soğuk Savaş kültürel politikasının sanatı nasıl kuşattığını gözler önüne seren Steuben Glass Sergisi’nin Türkiye’deki yansımaları bu araştırmanın temelini oluşturmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışı sergilerinin sanayi, ekonomi, diplomasi ve küçük el sanatlarıyla ilişkisi konu edilirken aynı zamanda Türkiye’deki sergicilik faaliyetlerinin tarihsel süreçlerle ne denli ilişkili biçimde yürüdüğü retrospektif bir bakış açısıyla ortaya konmuştur.

Göynük; Bolu’nun 9 ilçesinden biri olup kadim bir geçmişe sahiptir. İpek Yolu üzerinde bulunmasıyla önemli bir ticaret merkezi olan Göynük, kültürel bellek olduğu için ilçedeki yerleşim alanları tümüyle kentsel sit alanıdır. Geçmişin hikâyesini bir kültür elçisi gibi yeni nesillere aktarırken, yerli yabancı turistlerin ilgisine da mazhar olmaktadır. 2017 senesinde “Yavaş Şehir” ağına katılan Göynük, kültür turizmi için potansiyel gücünü tescillemiştir. Ününe ün katan kültür şehrinin, Bolu’nun yerel basınında diğer ilçelere kıyasla nasıl konumlandığı ve marka değerinin basına nasıl yansıdığı araştırılmaya değer gözükmektedir. Bu doğrultuda temel amaç; bir turizm ilçesi olan Göynük’ün mevcut ününe denk ölçüde, yerel basında kendine yer bulup bulmadığının araştırılmasıdır. Araştırma kapsamında; dijital haber arşiv imkânı bulunan Bolu Gündem, Bolu Takip, Bolu Ekspres, Bolu Havadis gazetelerinin 01 Ekim 2021-30 Eylül 2022 tarihleri arasındaki haberleri taranmıştır. Sanayi, turizm, tarım ve hayvancılık olmak üzere toplam 3 kategoride, doküman incelmesi yöntemiyle ulaşılan veriler/haberler içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. İnceleme sonucunda, Göynük’ün, Bolu yerel basınında turizm haberleri ile ön plana çıktığı tespit edilmiştir. Eski bir yerleşim yeri olan Göynük’ün, turizm potansiyelinin medyada görünür olduğu ve bağlamda bir yavaş şehir olarak marka değerinin medyada temsil edildiği anlaşılmıştır.

Genelde sanat, özelde ise edebiyat ait olduğu toplumun sosyal, siyasi, kültürel ve hatta ekonomik hayatının bir yansımasıdır. Bu açıdan roman, sahip olduğu kurgusal yapı ve anlatma yeteneğiyle hemen her dönemde yazarların düşünce dünyasını, toplumsal değerleri, kültürel kodları ifade eden ve aktaran bir araç olmuştur. Akademik bir disiplin olarak sosyoloji, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkar. Bu ortaya çıkışın temelinde değişen dünya düzeni, düşünce ve sanayi devrimi yer alır. Geleneksel değerlerin yerini kanunların almaya başladığı bir yüzyılda, artan insan sayısıyla birlikte toplum merkezli sorunların çözümünde bütüncül ve sistemli bir yol izlenmesi gerekir. Sistematiğini, Batı’da Durkheim’in şekillendirdiği sosyoloji, mevcut bilimlerin toplumsal sorunları çözmede yetersiz kaldığı bir dönemde bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. “Esaret ve özgürlük” hem bireysel hem de toplumsal derinliği olan kavramlardır. Bu kavramlar birey üzerinden öznel bir değerlendirmeye tabi tutulabileceği gibi toplumsal bir çoğulculuk çerçevesinde de incelenebilir. Bu çalışmada “esaret” kavramı, Türk romanına yansıyan toplumsal bir problem olarak ele alınmış ve Kazak, Kırgız ve Özbek romanlarından seçilen örnekler doğrultusunda karşılaştırmalı incelenmiştir. İnceleme için 20. yüzyılın başındaki siyasi ve sosyal olayları -özellikle 1916-1917 olayları- işleyen romanlar örnek alınmıştır. Amaç, farklı tarihlerde ve/veya coğrafyalarda yazılan bu romanlar ışığında, Türk toplumlarının tarihi süreçlerinde derin izler bırakan “esaret” kavramı ve düşüncesinin kurmaca bir tür olan romana, toplumsal derinliği olan sosyolojik bir olay olarak ne denli yansıdığının ortak izlencesini oluşturmaktır.

The changes in the density of pollution Cs-137 of arable land, hayfields and pastures in the south-west of the Bryansk region are considered. It is noted that the cleansing process is slow, so reha-bilitation measures are the main way to reduce the specific activity of the radionuclide in crop and feed production. The paper presents algorithm of calculation. Economic efficiency of agrotech-nical and agrochemical rehabilitation of arable land is estimated on results of stationary field ex-periments. The most economically expedient rehabilitation measures for various soils and densi-ties of radioactive contamination are established: 1) soil sod-podzolic sand, contamination densi-ty 137Cs 871 kBq/m2 – in crop rotation barley, clover, corn, winter rye, oats application of lime flour in a dose of 2.1 t/ha + NPK; 2) sod-podzolic sandy loam soil, contamination density Cs-137 2516 kBq/m2 – in crop rotation winter rye, potatoes, barley + perennial grasses, clover + timofeevka of the first year of use, clover + timofeevka of the second year of use introduction of phosphorite flour in a dose of 288 kg/ha + NPK; 3) sod-podzolic soil light loamy, contamination density Cs-137 901 kBq/m2 – in crop rotation potatoes, barley, corn, oats + perennial grasses, clover + timofeev-ka of the first year of use, clover + timofeevka of the second year of use, winter rye application of one-and-a-half doses of phosphorus-potassium mineral fertilizer in combination with one dose of nitrogen mineral fertilizer (NP1,5K1,5); 4) sod-podzolic soil is light loamy, contamination density Cs-137 1224 kBq/m2 – in crop rotation potatoes, barley, corn, oats + perennial grasses, clover + timofeevka of the first year of use, clover + timofeevka of the second year of use, application of dolomite flour in a dose of 3 t/ha + manure 120 t/ha + K600. For natural meadows, where rehabili-tation measures are not used, an adaptive method of agroecological use is proposed. With a con-tamination density of Cs-137 of more than 185 kBq/m2, it is advisable to harvest a green mass of canary grass stands in the central parts of the floodpubs, which accumulate less radionuclide, grazing animals along the otava is prohibited in order to protect them from radioactive substanc-es that may enter their body with sod and shallow soil. In “near the river bed” and “near terrace” parts of the waterprays, where grass stands accumulate much more Cs-137, grazing of animals is prohibited.

Osmanlı’da kadınlar ekonomik faaliyetlerde ikinci planda kal(dırıl)mışlardı. Bu durum kadınların çalışmadığı anlamına gelmemelidir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından itibaren farklı mesleklere emek vermiş kadınlar bulunmaktadır. Kadınların çalışma hayatında daha fazla görünmeye başlamaları 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarına denk gelir. Batı teknoloji ve sermayesinin Osmanlı’ya girişiyle kadınlar kent merkezlerinde gelişmekte olan ekonomik hayat içinde yer aldılar. Sosyal, ekonomik, fikri dönüşüm, siyasi durum kadın çalışanları artırdı. Çekirdeği 17. yüzyılda kadınların toplumsal hayata katılma çabalarıyla atılan kadın hareketi 20. yüzyıla doğru kökleşti. Kadınlar çalışma hayatında daha aktif oldular. Ancak gerek toplum gerekse devlet çalışma hayatında kadınların hukuklarının korunmasına pek hazırlıklı değildi. Hâlbuki kadınların istihdam edildiği alanlar çeşitlenip, çalışanlar artarken koşulların da iyileştirilmesi beklenirdi. Bunun aksi, devletin kadınları desteklemediğini, emeğini değersizleştirdiğini düşündürebilir. Bu çalışma devletin emekçi kadın hareketi karşısında nasıl bir tavır benimsediği sorusuna yanıtlar aramaktadır. Kadınların evlerinin dışında çalışmaları hakkında hararetli tartışmalar olup buna tepki gösterenler kadar, devletin içinde bulunduğu çöküşten kurtulması ve modern devletin kurulması için sunulan reçetelerden biri olması bakımından bunu destekleyenler de vardı. Modern hayat, güçlü devlet için kadınların çalışmasına ihtiyaç hissedilmişti. Bu doğrultuda 19. yüzyılda sağlık, sanayi, eğitim alanlarında kadınlara eğitim imkânı sunulmuştu. Kamusal alanda eğitim alan kadınlardan Cumhuriyet döneminde de istifade edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde kadınların çalışma koşulları karşısında adalet ve hak arayışları, grev ve makine kırıcılığı, yeni düzene karşı direnç gibi çeşitli eylemlerdeki yerlerini ele alan bu çalışmanın temel argümanı, Osmanlı kadınlarının kötü çalışma şartları karşısında verdikleri mücadelenin bugünkü kadınların kazanımlarının temelini nasıl oluşturduğunu ortaya koymaktır. Osmanlı kadınları da günümüz kadınları gibi hem insan hem de özellikle anne olmaları dolayısıyla çalışma hayatında birtakım iyileştirmelere ihtiyaç duymuşlardır. Devletin bu konuda attığı yahut atmayı tasarladığı adımlarda bu durumun bir göstergesidir.

Sanayi 4.0 önce 2011 yılında Almanya’da dile getirilmiştir. Dijitalleşen dünyada, uluslararası rekabette şirketlerin içinde bulunduğu dijital uygarlığın ve çalışanlarının dijital kültürü ve okur-yazarlık düzeyine bağlı, firmaların üretimlerinde yapay zekâ, robotik sistemler vb. yazılım ve teknolojileri kullanarak, dijital dönüşümü gerçekleştirmesidir. Ürün ve üretimlerin, bilişim ve birçok teknolojiyle iletişimini ve birleşimini temel almaktadır. Üretim araç, sistem ve süreçlerinde, robotik sistemler ve otonom makineler, akıllı süreçler, yapay zekâ ve sistemleri kullanmaktır. Günümüzde akıllı fabrikalar görmek mümkündür. İki nesnenin yada M2M-makinelerin haberleşmesi (İng. IoT-Internet of Things) nesnelerin iletişimi olarak kabul edilir. Akıllı süreçler, programlanabilir iş makineleri ve cihazları, vb gibi. Sanayi 4.0, Sanayinin dördüncü Devrimi olarak adlandırılmaktadır. Her devrim aşamasında, insan gücüne dayalı istihdam konusunda işi kaybetme endişesi vardır. Eski işlerin yerini yeni iş ve mesleklerin alması mümkündür. Yeni nesil mesleklerin tarihsel gelişimine baktığımızda, sanayi devrimleriyle başladıkları görülmektedir. Bu çalışmada, makine imalatçıları sektöründe dijital dönüşüm ile hangi iş ve görevlerin azalacağı, hangi yeni iş ve mesleklerin ön plana çıkacağı araştırılmıştır. İstanbul ve çevredeki sanayilerde üretim alanında makine imalatçıları ile görüşülerek hazırlanan verilerle bir anket hazırlanmıştır. Sektörün bu araştırmayla çalışması, Türkiye'deki dijital dönüşüm sürecinin durumu ve geleceği bakımından değerlendirilmiştir.

Abstract Introduction: Chronic lymphocytic leukemia (CLL) is a disease of inhibited cell death, increased proliferation and high importance of interactions with the microenvironment e.g. with T-cells or stromal cells. A central effector in this concert is the activation of B-cell receptor (BCR) signalling pathway, associated with selection of specific BCR qualities (either autonomous signalling or reactivity to chronic (auto)-antigenic stimuli) and these signals play an essential role in CLL disease development and progression, also evidenced by the clinical success of kinase inbibitors directed at this signal. Mechanisms modulating selection of specific BCR types are ill understood, but since checkpoints during BCR selection in B cells are guarded by the Bcl2 family of proteins it is likely that cell death proteins are also influencing these decisions in CLL. To study the importance of microenvironmental interactions and antigen stimulation Tcl1 tg mice, which develop a murine CLL highly similar to the human disease 1,2, were frequently applied in the past, aiming to overcome the limitations of more or less artificial CLL in vitro culture systems. During clonal evolution of CLL, predominantly unmutated and stereotyped IgVH-11 and IgVH-12 BCRs are selected in Tcl1 tg mice which were shown to be specific for the autoantigen phosphatidylcholine (PtC) 3, however, the detailed mechanisms of clonal selection in CLL are still unclear. Here we propose a role of the BH3-only and pro-apoptotic protein Bmf in clonal selection by eliminating CLL cells expressing highly responsive BCRs. Methods: Tcl1 tg mice were crossed to Bmf knockout (KO) mice and CLL development monitored over time. After establishment of overt leukemia, mice were sacrificed and the overall survival time analysed. Additionally, we performed BCR sequencing, RNA-Seq and phosphoproteomics after 10µg/ml aIgM treatment using mass cytometry (Helios, CyTOF) and flow cytometry. Results: We found that Tcl1 tg Bmf KO mice developed phenotypically unchanged murine CLL but had an earlier onset of disease (Figure 1A) and an altered usage of BCR IgVH genes. While Tcl1 tg mice usually use PtC specific IgVH genes from the VH11 and V12 family, absence of Bmf led to a skewing to non PtC specific IgVH genes, mainly form the VH1 family (Figure 1B). We thus speculated that lack of Bmf favoured the selection of CLL clones with hyper responsive BCRs, when compared to Tcl1 tg mice with functional Bmf. Indeed we could show that after aIgM stimulation Tcl1 tg BmfKO CLL cells showed increased BCR signalling as measured by mass cytometry (Figure 1C), which was also confirmed by conventional flow cytometry (Figure 1D). Importantly, strong BCR stimulation induces cell death in B cells. Indeed, this can be observed in CLL cells from Tcl1 mice. In Tcl1 tumors that are deficient for BMF this cell death induction is not observed, suggesting that loss of Bmf protects from excessive cell death due to strong BCR stimulation. Conclusions: Here we report a novel role of Bmf in the selection of BCR clones in murine CLL. The higher BCR signalling capacity and the skewing of IgVH gene usage in the absence of Bmf indicates that highly responsive BCR clones are more often selected instead of eliminated during clonal selection.. Interestingly, a SNP in the Bmf gene has been reported to be susceptibility locud for CLL, suggesting that low expression of BMF may have similar effects in huma CLL. Indeed, in preliminary analyses, we observed a similar contribution of Bmf in clonal selection and BCR responsiveness in human CLL and decreased resistance to the BCR signalling inhibitor ibrutinib. Therefore our findings might also be important in a clinical context. References: 1. Yan XJ, Albesiano E, Zanesi N, et al. B cell receptors in TCL1 transgenic mice resemble those of aggressive, treatment-resistant human chronic lymphocytic leukemia. ProcNatlAcadSciUSA. 2006;103(31):11713-11718. 2. Hofbauer JP, Heyder C, Denk U, et al. Development of CLL in the TCL1 transgenic mouse model is associated with severe skewing of the T-cell compartment homologous to human CLL. Leukemia. 2011;25(9):1452-1458. 3. Chen SS, Batliwalla F, Holodick NE, et al. Autoantigen can promote progression to a more aggressive TCL1 leukemia by selecting variants with enhanced B-cell receptor signaling. Proc Natl Acad Sci U S A. 2013;110(16):E1500-1507. Figure 1 Figure 1. Disclosures Greil: Celgene: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Novartis: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Roche: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; BMS: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Takeda: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Research Funding; AbbVie: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; AstraZeneca: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Janssen: Consultancy, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses; MSD: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Gilead: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Daiichi: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Sankyo: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Sanofi: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees; Merck: Consultancy, Honoraria, Membership on an entity's Board of Directors or advisory committees, Research Funding; Amgen: Honoraria, Other: Travel, Accommodations, Expenses, Research Funding; Sandoz: Honoraria, Research Funding.